Merak edenlere bir Punya hikayesi: Altın Tohumlar

Bir bilge, öğrencisini yanına çağırdı ve avucuna küçük bir kese bıraktı. Kesenin içinde üç altın tohum vardı.

“Bu tohumları dilediğin yere ek,” dedi bilge. “Ama unutma, ne ekersen onu biçersin.”

Öğrenci, tohumları dikkatle inceledi. İlkini, güneşin yakıcı ışıkları altında çatlamış, kurak bir toprağa ekti. İkincisini, sert kayaların arasına, rüzgarın savurduğu tozlu bir yamaca bıraktı. Üçüncü tohum ise, eski ve yıkık bir kulübenin bahçesinde, çıplak ayakla oynayan bir yetimin toprağına düştü.

Zaman geçti. Kurak toprağa ekilen tohum, susuzluktan çatladı ve toz olup dağıldı. Kayalık yamaca düşen ise, kök salacak bir yarık bulamadı, rüzgarla sürüklenip kayboldu. Ama yetimin bahçesindeki tohum… O, büyüdü. Önce incecik bir filiz olarak toprağı yardı, sonra dallandı, yapraklandı. Kısa sürede meyve veren koca bir ağaca dönüştü.

Yetim, ağacın gölgesinde soluklandı, meyveleriyle karnını doyurdu. Ama yalnızca kendisi için değil… Onları komşularıyla, aç kalan hayvanlarla, yoldan geçen yabancılarla paylaştı. Ağacın cömertliği, köye yayılan bir iyilik dalgası oldu.

Yıllar sonra öğrenci bilgenin yanına döndüğünde, gözlerinde hem hayranlık hem de merak vardı. Bilge, ona gülümseyerek sordu:

“Görüyor musun? Punya, iyiliği doğru yere ekmektir. Bencilce yapılan iyilik toprağa düşmez, ama sevgiyle verilen her şey bir gün filizlenir ve dünyayı besler.”