
Acının İçinden Geçmek
Acı, bir dağ yolunda aniden bastıran yağmur gibidir. Ona hazırlıklı olup olmamanızın bir önemi yoktur; ne zaman ve nasıl geleceğini kontrol edemezsiniz. Bazen keskin bir bıçak gibi bir anda saplanır, bazen ise yıllarca süren hafif bir ağırlık gibi sırtınıza çöker. Ama kaçınılmaz olan tek şey, onun varlığıdır. Acı gelir. Bedeninizde, zihninizde, anılarınızın en kuytu köşelerinde kendine bir yer bulur. Fakat asıl mesele, bu acının içinde nasıl duracağınızdır. Çünkü acı kaçınılmaz olsa da, onun içinde kaybolmak bir seçimdir. Acı oradadır, ama ona tutunmak mı, yoksa onun içinden geçip yoluna devam etmek mi, işte bunu seçebilirsiniz.
İnsan zihni, acıyı bir hikâye gibi anlatmaya meyillidir. “Neden benim başıma geldi?”, “Bundan sonra ne olacak?”, “Bu his hiç geçmeyecek mi?” diye sorar. Oysa acı, cevap vermek için değil, yaşamak için oradadır. Onu yok sayamazsınız, ama ona gereğinden fazla anlam yüklediğinizde, o artık yalnızca bir his olmaktan çıkar ve sizi ele geçiren bir gölgeye dönüşür. İşte burada farkındalık devreye girer. Acıyı fark etmek, onu olduğu gibi görmek ama ona saplanıp kalmamak. O geldiğinde, direnmek yerine onu izlemek. Bedeninizde nasıl bir his bıraktığını, zihninizde nasıl dalgalar oluşturduğunu anlamak. Acıyı bir düşman gibi görmek yerine, onun doğasını kavramak. Çünkü farkındalık, acıyı yönetmenin ilk adımıdır.
Bir gün, kişi farkına varır ki acının içinde kaybolmak yerine onun içinden yürümek mümkündür. İşte o an, iyileşme başlar. Beden ve zihin eski haline dönemeyecektir belki, ama buna ihtiyacı da yoktur. Çünkü iyileşmek, geçmişi silmek değil, onunla birlikte yeni bir denge kurmaktır. Tıpkı bir nehrin akışı gibi, acı gelir ve gider. Önemli olan, ona tutunmak yerine, onun içinden geçmeye hazır olup olmadığınızdır. Ve belki de iyileşmek, tam da bu farkındalıkla başlar.